Adını Siz Koyun!
Muhammed Bahaddin Doğan 22/07/2024
Adını Siz Koyun!
Ebeveynler çocuk sahibi olacakları zaman doğumun yaklaşmasının yanında bir de isim bulma telaşesine kapılırlar. Herkes bir fikir verir sonunda da bir isimde karar kılınır ve bebeğin kulağına ezan okunup, ismi koyulur.
Genel olarak bildiğimiz bir cümle var. “İnsan ismiyle müsemmadır.” Yani insan isminin anlamını karakterinde, kişilik yapısından taşır anlamına geldiğini söyleyebiliriz. Bu yüzden çocuklara güzel bir isim verme konusu önemlidir. Günümüzde ise bu konu çok farklı noktalar gitmiş durumda. Birine ismini sorduğumuzda yahut tanıştırıldığımızda adını tekrar sormaya, telaffuz etmeye çalışıyoruz.
Dinimiz açısından da baktığımızda kıymet verilen bir husus. “Anne-babanın çocuğuna karşı görevlerinden birisi de ona güzel bir isim vermektir. Nitekim Hz. Peygamber, insanların kıyamet günü isimleri ile çağrılacağını belirterek “Çocuklarınıza güzel isim koyunuz.” (Ebu Davud, Edeb, 69) buyurmuştur. Konulacak isimlerin mutlaka Arapça olması ve bu ismin Kur’an-ı Kerim’de geçmesi gerekmez. Çocuğa isim koyarken dikkat edilecek husus, yadırganmayacak güzel anlamlı bir isim olmasıdır.” (Din İşleri Yüksek Kurulu)
Burada da belirtildiği gibi ismi verme konusunda Kur’an-ı Kerimde geçme zorunluluğu yok. Arapça olması da zorunlu değil. Ama inancımıza da aykırı olmamasına dikkat edilmeli. Kur’an-ı Kerim’de geçiyor diye yahut Arapça veya kulağa hoş geliyor, popüler diye anlamsız isimler de verilmemesine özen göstermeliyiz. Popülerlik konusu ise, futboldan tutun da sosyal medya, dizi ve filmler bu noktada çok etkili oluyor maalesef. Bu akımlara kapılmadan, hadisteki konuyu da göz önünde bulundurarak evlatlarımıza güzel isimler koymamız çok kıymetli.
Aslında değinmek istediğimiz husus bu konunun da ötesinde biraz daha derinlikli bir mesele. İsim verme konusunda ecdadımızın ortaya koymuş olduğu tavır nasıldı buna bir göz atmak istiyoruz. Cumhuriyet öncesine baktığımızda toplumun isim verme tercihleriyle Cumhuriyet sonrası toplumun isim verme tercihleri arasında gözle görülür bir farklılık olduğu görebiliriz. Örneğin, Cumhuriyet sonrası Fatih, Hakan, Kağan gibi isimler kullanılırken, bunun Cumhuriyet öncesinde olmadığını görebiliyoruz. Bu isimlere benzer birçok örnek verebiliriz. Toplumsal değişimin doğal bir sonucu olarak isim verme tercihlerinde de değişimin etkileri mutlak olacaktır.
Mütedeyyin ve milliyetçi bir kitleye sahip olmamız hasebiyle isim verme tercihlerimizde tarihimizde yer etmiş değerli kimselerin isimlerini vermeyi tercih ediyoruz. Özellikle erkek çocuklarına isim verilirken bu hususa dikkat ediyoruz. Yukarıda da örneğini verdiğimiz, Fatih, Hakan, Kağan buna ek olarak Serdar, Serhat, Alp, Alperen gibi isimleri tercih ediyoruz. Ancak bunlar birer unvan ve bunlar birer gayret neticesinde elde edilmiş unvanlar.
Fatih Sultan Mehmed İstanbul’u fethettiği için “Fatih” denilmiş, Türklere liderlik edenlere “Hakan” denilmiş, Oğuz Kağan, Türklerin atası olduğu için “Kağan” olmuş, Savaşta orduyu yönetene “Serdar” denilmiş, bunların hepsi bir gayretin eseri olarak verilmiş unvanlar. Ancak bugün biz isim verirken aslında kazanılmamış unvanları çocuklarımıza veriyoruz. Burada bu unvanları vermek yerine onlara en güzel isimleri verip bu saydığımız nice kıymetli unvanları kazanmaları için de onlara doğru olanı ve hakikati öğretmek, karakterli ve nitelikli birer insan olmalarını sağlamak sorumluluğunda değil miyiz?
Bir örnek isim üzerinden konuyu biraz daha derinleştirelim. “Fatih” ismi bizim için kıymetli bir isim. “Feteha” kelime kökünden gelen, açmak anlamını taşıyan bu kelimeden türemiş olan “Fatih” unvanı “Açan”, “bir yeri İslam’a açan” anlamına gelir. İşte bu noktada tarihimizin ve değerlerimizin en önemli şahsiyetlerinden biri olan Fatih Sultan Mehmet Han’dan bahsetmek istiyoruz. Bilindiği üzere Fatih Sultan Mehmed’in asıl adı Mehmed’dir. (Muhammed’in Türkçe ifade şekliyle “Mehemmed”dir) ancak yaptığı Fütuhat ile İstanbul’u fethetmiş ve İslam’a açıp, Fatih unvanını almış ve tarihe adını bu şekilde yazdırmıştır.
Sultan Mehmed, Fatih unvanını kendi gayreti, çabası ve hayalleriyle aldı. Kendini bu uğurda adadı. Onu bu uğurda yetiştirmek isteyen bir anne ve babası vardı. Dönemin en değerli hocaların tedrisatından geçti. Baba evladını yetiştirdi, evlatta yetişmek için gayret gösterdi. Sultan Mehmed’in, Fatih olmasında annesinin payı da büyüktü. Sultan Mehmed bir bütünü ifade ediyordu. Bu bütünün her parçası değerliydi. İstanbul’u fetheden sıradan bir insan değildi. İnşa edilen ve kendi gayretiyle de inşa ettiği şahsiyetiyle birlikte “Fatih” unvanına ve Hz. Peygamber (s.a.v)’in o kutlu müjdesine nail olmuştu.
Buradan hareketle şunu ifade etmek istiyorum. Fatih Sultan Mehmed Han İslam Tarihinin önemli şahsiyetlerindendir. Hanedanın en değerlilerinden biriydi. Ancak neden II. Fatih diye bir Sultan yok? Çünkü bu bir unvan. Sultan Mehmed’den sonra birçok Mehmed Sultan oldu. Ama hiçbiri Fatih olamadı.
Bu son yüzyıla kadar da Fatih isminin yaygın bir kullanımına rastladığımız söylenemez. Son dönemlerde yaygınlaştı. Belki buraya kadar çok zırvaladığımı düşünebilirsiniz. Ancak şunu ifade etmek istiyorum. Çocuklarımıza Fatih ismini vermek yerine onları bu unvanı alacak bir Mehmed olarak yetiştirmemiz daha elzem. Biz bu unvanı vermeyelim. Evlatlarımızın, şahsiyetli bir insan, Allah’ın rızasına uygun bir Müslüman olması için gayret gösterelim. Bu yüzden çocuklarımıza Fatih ismini vermek yerine, bırakalım bu unvanı kendileri alsın. Hazır Roma da fethedilmemişken.[1] Bu müjdeye layık olacak bir Fatih daha çıkacak inşallah. Bunun sırrı bizim gayretlerimizde saklı. Unutmayalım.
[1] Ebû Kabîl (r.a) şöyle anlatıyor: Abdullâh bin Amr bin Âs’ın -radıyallahu anh- yanında idik. Kendisine Kostantiniyye ve Rûmiyye’den (Roma’dan) hangisinin önce fethedileceği soruldu. Abdullah -radıyallahu anh- halkaları olan eski bir sandık getirtti. İçinden bir yazı çıkardı ve şöyle dedi: “Resûlullâh’ın -sallallahu aleyhi ve sellem- çevresinde toplanmış mübârek hadislerini yazdığımız bir esnâda ona: “–Hangi şehir önce fethedilecek, Kostantiniyye mi yoksa Rûmiyye mi?” diye soruldu. Allâh Resûlü -sallallahu aleyhi ve sellem-: “–Hiraklin şehri (yani Kostantiniyye) önce fethedilecek!” buyurdular. (Ahmed bin Hanbel, Müsned, II, 176; Dârimî, Mukaddime, 43/492; İbn-i Ebî, Şeybe, Musannef, IV, 219; Hâkim, el-Müstedrek, IV, 468/8301; IV, 553/8550; IV, 598/8662; Heysemî, Mecmau’z-zevâid, VI, 219) “…Cenâb-ı Hak onlara, tesbih ve tekbirlerle Kostantîniyye ve Rûmiyye’nin fethini müyesser kılacak…” (Hâkim, el-Müstedrek, IV, 530/8488; Heysemî, Mecmau’z-zevâid, VI, 219)
Yorumlar (0)
Yorum Ekle